KARISINI döven ya da tehdit eden kocaların “Denetimli
Serbestlik Yasası” kapsamında bir bir tahliye edilmesiyle taçlanan Sevgililer
Günü’nün sabahında işe gitmek üzere yola çıktım. Önce Kadıköy-Eminönü motoruna
sonra da 78 numaralı İETT otobüsüne bindim. Sabahın erken saatlerinde belediye
otobüslerindeki görüntü, kafasını cama ya da hiç tanımadığı yol arkadaşının
omzuna yaslayarak uyuklayanlardan ibarettir. Lakin güneşli 14 Şubat 2013
sabahında hemen arkamda oturan 65-70 yaşlarındaki iki tonton amcanın hoş
sohbetinden kulağıma çalınanlar herkesle paylaşmaya değerdi...
***
Belli ki Anadolu’dan “taşı toprağı
altın” İstanbul’a yıllar önce gelmişlerdi; bugünse emekli maaşıyla geçinmeye çalışıyorlardı... Ses tonları, kelimeleri seçişleri, düzgün diksiyonları
bir anda kendi aralarındaki sabah sohbetine dahil etti beni; hele de konu
“perhiz” olunca...
***
Başını yakalayamadığım koyu bir sohbetti. Uzun burunlu ve bereli olan, “Kadın bir profesör var, diyor ki; ekmek yemeyin, onun yerine
fındık ya da cevizi tercih edin” diye açtı "perhiz" konusunu. Tahminim o
ki, kadın profesörden kastı, geçen yıl pek çok kadının tutulduğu “Karatay
diyeti” fırtınasının mimarı Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay’dı.
***
Konuşma arasında Vakıfbank’ta müdür olduğunu gururla
söylediği bir kız çocuk babası diğer amca ise “Olur mu! Ekmeksiz kahvaltı
yapılır mı!” diyerek derhal itiraz etti. Basının “diyetlerin efendisi” olarak tanıttığı
koskoca profesör uyduracak değildi ya; bizim bereli amca diretti, “Yok arkadaşım,
kadın beyaz ekmekten uzak durulmasını, sabah kahvaltısında da özellikle cevizi,
fındığı masadan eksik etmemek gerektiğini söylüyor. Bence haklı! Vardır bir
bildiği…”
***
Kısa süreli bir sessizliğin ardından kahvaltı keyfine limon
sıkmak istemeyen diğer amcam da, “Yok, yok. En azından bir dilim ekmek yemeli. Bundan
taviz veremem, zaten kilo sorunum da yok” diye çıkıştı. Sonra da devam etti:
“Ben emekli adamım! Gelirim ortada! Her gün bir - iki avuç ceviz alacak para
elime geçmiyor... Ben onu masaya nasıl koyarım! Cevizli, fındıklı perhiz, biz
emeklilere göre değil, o dediğin olsa olsa zengin işi, arkadaşım, zengin işi…”
***
Kendi aralarında gülüştükten sonra Karatay’cı amca atıldı,
“Valla benim için sorun yok, ben cevizi bulurum her türlü. Bizim Tokat Erbaa’da
evlerin içinden bile ceviz ağacı geçiyor, geçenlerde haberlerde gördüydüm belki
sen de görmüşsündür. O yüzden isterim memleketten, gelir. Gerçi eskiden çok
daha fazlaydı ceviz ağaçları bizim orada, fakat zamanında kereste diye kesen
çok oldu, şimdi kel kaldı bazı yerler…”
(Bahsi geçen Erbaa'daki "ceviz ağaçlı" ev, birkaç gün önce gazetelere konu olmuş, Tanoba Ailesi, "20 yıldır evimizin içindeki ceviz ağacı ile yaşıyoruz" demişti.)
***
Cevizin Erbaa sofralarının şahı olduğunu söyledikten sonra
da pencereden dışarı bakıp Vatan Caddesi’nin her iki yanındaki binalara işaret
etti; “Şu hale bak, yeşil yok, ağaç yok, nasıl memleket burası! Halbuki Fatih
Sultan Mehmet Han buyurmamış mıydı; ‘İstanbul’da bir ağaç kesenin kafasını
keserim’ diye. Bir de şimdi gelip görse… Aklına gelir miydi, koskoca Osmanlı
padişahının… Koskoca İstanbul yitip gidiyor…”
***
Serzenişinde öyle haklıydı ki aslında…
***
Otobüs Emniyet Müdürlüğü’nün önündeki durağına geldiğinde
biri indi, diğeri de telefonuna sarıldı… İETT otobüsündeki tatlı sohbet de
burada son buldu. Bense “perhiz” için çantama attığım bir avuç bademle yoluma
müzik dinleyerek devam ettim…